Köpek
küpü kırınca (1)
Birgün cami odasının kapısını
açık bırakmıştık. Aradaşların küpte
kavuramları vardı. İçeri giren bir köpek, küpe kafasını sokup
kavurmaları yemiş. Sonra da kafasını çıkaramayınca küpü kırıp kaçmıştı.
Arkadaşların canı çok sıkılmıştı. Bir yolunu bularak köpeği
yakalayacaklar, sopadan geçireceklerdi. Üstad dürümü öğrendi ve bu
düşüncelerinden vazgeçirmek istedi. Molla Resul:
"Üstadım, biraz kavurmamız vardı. Biz kıyamıyorduk ki yiyelim. Oysa bu
köpek gelmiş, hem kavurmayı yemiş, hem de küpü kırmış. Bize zarar
verdi. Ona nasıl ceza vermeyelim."
Üstad:
"Molla Resul senden soruyorum. Vicdanen söyle. Sen aç kalsan,
paran da olmasa, bir şey almaya da gücün yetmese, açık bir yerde bir et
bulsan; yer misin, yemez misin? Oysa aklın var, düşünüyorsun ki bu etin
sahibi var. Ne yaparsın?"
Molla Resul biraz düşündükten sonra,
"Evet yerim" dedi.
Üstad tekrar dedi ki,
"Bu hayvandır. Aklı yok, haramı helali bilmez.
Hayrı ve şerri tanımaz. Sahibinin kendisini döveceğini bilmez. Elbette
açık kapıdan girmiş ve kavurmalarınızı yemiş. Bundan dolayı cezayı, hak
etmiş midir? Sizden soruyorum. Elinizi vicdanınıza koyarak cevap verin?"
Molla Resul ve arkadaşları,
"Köpeğin suçu yoktur" diye karar verdiler.
Daha sonra Üsad şöyle dedi:
"Madem öyledir, bu hayvanın gıybetini yapmayın ve helal edin."
Molla Resul Üstad ile çok samimi konuşurdu. Gülerek şöyle dedi:
"Üstadım, içimizden gelmiyor ki helal edelim. Fakat, siz helalelleşmeye
bizi ikna ettiniz."
|
|
Kertenkeleyi sen mi yarattın? (1)
Üstad bir gün bize,
"Ben tesbihat ve dua ile meşgul olacağım. Siz gidin biraz gezin"
demişti.
Bu gezinti sırasında bir taşın üztünde bir kertenkeleyi vurup
öldürmüştüm. Dönüşte Üstad ne yaptığımızı nerelere gittiğimizi sordu.
Ben de gezdiğimiz yerleri anlattım. Sonra da bir kertenkeleyi
öldürdüğümü söyleyince, Üstad çok üzüldü bana dönerek:
"Evini harap etmişsin" dedi.
Ben de,
"Bizde 7 kertenkele öldürenin bir hac sevabı kazanacağını söylerler"
dedim.
Bu defa Üstad,
"Otur da konuşalım. Kim haklı kim haksız?
O hayvan sana saldırdı mı?"
"Hayır!"
"Elinden bir şeyini aldı mı?"
"Hayır!"
"O hayvanın rızkını sen mi veriyorsun?"
"Hayır!"
"Senin mülkünde mi, arazinde mi geziyordu?"
"Hayır!"
"O hayvanı sen mi yarattın?"
"Hayır!"
"Bu hayvanların niçin yaratıldığını biliyor musun?"
"Hayır!"
"Bu hayvanı yaratan Allah, senin öldürmen için mi yarattı? Sana kim
öldür dedi. Bu hayvanların yaratılışında binlerce fayda ve hikmet var.
Onu öldürmekle hata etmişsin."
Karınca yuvasını dağıtmayın (1)
Erek Dağı'nda havalar iyice soğuyuncaya kadar kalmıştık. Artık
neredeyse kar yağmaya başlayacaktı. Kaldığımız yer bayırdı. Buraya bir
oda yapmamızı istedi. Biz de hemen çalışmaya koyulduk. Başladık kazmaya.
Kazı yaparken bir karınca yuvası çıktı. Üstad karınca yuvasını gördü.
Kazıyı durdurmamızı istedi. Sebebini sorduk:
"Bir ev yıkıp bir ev yapmak olur mu?" dedi. "Bu hayvanların yuvasını
dağıtmayın. Başka bir yeri kazın."
Biz başka bir yeri kazmaya başladık. Oradan da karınca yuvası çıktı.
Bana yardım eden bir arkadaş vardı. O, "Böyle olur mu hiç?" diye bana
sordu. "Üstad gelir gelmez, karıncaların üzerine toprak atalım. Yok
eğer böyle giderse bu odayı yapamayız."
Sonunda oraya bir odacık yaptık.
Üstad karınca yuvalarının yanına gelince, ekmek, bulgur ve şeker
koyardı. Kendisine şekeri niçin koyduğmuzu sorduğumuzda, şöyle demişti:
"Bu da onların çayı olsun."
ÜÇ
MESELE
İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri r.a., hac için yola çıkıp Medine'ye
ulaştığında karşılaştığı Seyyid Muhammed Bâkır Hazretleriyle arasında
şöyle
bir konuşma geçer. Seyyid Muhammed Bâkır:
-Sen kendi aklınca kıyas yaparak, Peygamber dedemin dinini ve
hadislerini
değiştiriyorsun, der.
-Böyle bir şey yapmaktan Allah'a sığınırım efendim. Lütfen oturunuz.
Rasulullah'a olduğu gibi benim size de hürmetim var, der İmam-ı Azam.
Seyyid
Muhammed Bâkır'a yer gösterir. Her ikisi de yerini aldıktan sonra Ebu
Hanife
Hazretleri söze başlar:
-Üç mesele soracağım. Birincisi şu: Erkek mi daha güçsüz kadın mı?
-Kadın erkekten güçsüzdür.
-Mirasta adamın payı kaç, kadının kaçtır?
-Erkeğin mirastaki payı iki, kadının birdir.
-İşte bu ceddin Peygamber s.a.v.'in sözüdür. Eğer onun dinini
değiştirmiş
olsam, benim akıl ve kıyas yoluyla, kadın daha zayıf olduğu için ona
iki
pay, erkeğe bir pay düşer derdim.
Ebu Hanife Hazretleri tekrar sorar:
-Namaz mı daha üstün, oruç mu?
-Namaz oruçtan üstündür.
-İşte bu da deden Rasulullah'ın sözüdür. Eğer ceddinin dinini akıl
ve kıyasla değiştirmiş olsaydım, âdet halindeki kadının kılamadığı
namazları
kaza et mesini, orucu kaza etmemesini emrederdim.
Ebu Hanife Hazretleri üçüncü soruyu sorar:
-Sidik mi daha pis, meni mi?
-Sidik meniden pistir.
-Eğer deden Peygamber s.a.v.'in dinini kıyasla değiştirmiş olsaydım,
sidikten dolayı gusletmek gerektiğini ve meniden dolayı da sadece
abdest
almak gerektiğini söylerdim. Fakat akıl ve kıyasla bu dini
değiştirmekten
Allah'a sığınırım.
Seyyid
Muhammed Bâkır Hazretleri yerinden kalkar ve Ebu Hanife'yi kucaklar.
Tebrik edip ona ikramda bulunur. (1)
ÜÇ SUÂL VE BİR CEVAP
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl
sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i
Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i
Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl
yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak
istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî;
"Sorun!" buyurdu. İçlerinden
birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı.
Sormaya başladı:
"Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım."
Şems-i Tebrîzî
hazretleri;
"Öbür sorunu da sor!" buyurdu.
O;
"Şeytanın ateşten
yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz
hiç ateş ateşe azâb eder mi?" dedi.
Şems-i Tebrîzî;
"Peki öbürünü de
sor!" buyurdu.
O;
"Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının
cezâsını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa
yapsınlar, karışmayın!" dedi.
Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki
kuru kerpici adamın başına vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl
zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu.
Ve;
"Ben, soru sordum, o başıma
kerpiç vurdu." dedi.
Şems-i Tebrîzî;
"Ben de sâdece cevap verdim."
buyurdu.
Kâdı bu işin açıklamasını istedi. Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı:
"Efendim, bana Allahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu
felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim."
O kimse şaşırarak;
"Ağrıyor ama gösteremem." dedi.
Şems-i Tebrîzî;
"İşte Allahü teâlâ da
vardır, fakat görünmez.
Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb
edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı.
Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı.
Yine bana;
"Bırakın
herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz."
dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin
hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak
aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?"
buyurdu.
Felsefeci,
bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup, söz söyleyemez hâle düştü.