– Hamile bir kadın doğum sırasında vefat etti. Onu yıkamak üzere tahtanın üzerine koyduklarında karnındaki çocuğun yaşadığı anlaşıldı. Bu kadın böylece defnedilecek mi, yoksa bekletilecek mi? Kadın şu anda yıkama tahtası üzerinde beklemektedir. Mecliste hazır bulunanlar birbirlerine bakıştılar. Bazıları:
– Bu kadın defnedilemez. Ancak bekletilir. Ola ki bekleme sırasında çocuk dünyaya gele, dediler.
Bazıları da:
– Cenaze bekletilmez. Efendimizin hadisi vardır, cenazenizi bir an önce toprağa verin, buyurdu, dediler. Böyle söylenmesine rağmen yine de gözler Ebu Hanife Hazretleri’ndeydi. O, söylenenleri dikkatle dinledikten sonra fikrini açıkladı:
– Bu cenaze, ne defnedilir, ne de çocuğun doğması için bekletilir?
Dinleyenler şaşırdılar.
– Ne yapılır öyleyse? Geride başka ihtimal mi var sanki?
Evet, Hazret-i İmam’a göre asıl ihtimal geridedir ve olması gerekeni şöyle dile getirmiştir:
– Bu hamile kadının karnı ameliyatla açılır, çocuğu alınır, sonra defnedilir!
Dinleyenler hep birden bu görüşe iştirak ettiler. Doktor geldi. Hamile kadının karnı yarılıp çocuk sağ olarak çıkarıldı. Sonra defnedildi, çocuk bakıma alındı.
Daha sonra ne oldu biliyor musunuz? Bu çocuk büyüdü, sıhhatli ve akıllı bir çocuk olup, Ebu Hanife’nin ilminden, irşadından istifade etti. Ebu Hanife’nin gösterdiği fıkhî çare ile hayata gelişinden dolayı halk ona Ebu Hanife’nin oğlu adını takmıştı.
Kaynak:
Yeni Aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları
Yarın bir Çinli
Kardeşim vefat edecek....
Bundan altı yedi ay önce Çin’in değişik bölgelerinden on kişi İstanbul’a gelir. Bunların ortak özelikleri yeni Müslüman olmalarıdır. Umre için İstanbul üzerinden Arabistan’a gideceklerdir. Kimi yirmi gün önce, kimi bir ay, kimi iki ay önce Müslüman olmuştur. Ne yeterince İslâmî bilgileri, ne de yapacakları umre ile ilgili bir bilgileri vardır. Yanlarına, kendilerine yardımcı olacak, hem Çince’yi, hem Arapça’yı iyi bilen, hem de İslâmî bilgisi olan birini rehber olarak alacaklardı. Türkistan’daki Çin zulmünden kaçıp İstanbul’a yerleşmiş bir Uygur kardeşimiz, bu on Çinliye rehber olur. Bundan sonra hâdiseyi bu kardeşimizden dinleyelim:
“Yeni Müslüman olmuş bu on Çinli ile birlikte yola çıktık. Kısa zamanda aramızda iyi bir dostluk kuruldu. Yeni Mü’min olmuş bu insanlar, büyük bir heyecan yaşıyorlardı. Hiçbirinin İslâmî bilgisi yoktu. Hatta namazda okuyacakları sûreleri bile bilmiyorlardı. Namazlarda sadece “Elhamdülillah, Allahu Ekber” diyebiliyorlardı. Önce Mekke’ye gittik. Kâbe’de onların hâli görülmeye değerdi. Yeni doğmuş çocuklar gibiydiler. Kah ağlıyor kah gülüyorlardı.
İsimlerini
değiştirmiştik: Muhammed(Çan Çing), Hasan(Çun Fang) gibi her biri yeni
ismi ile çağrılıyordu. On Çinli kardeşimizden biri olan Muhammed’te bir
farklılık vardı. Bu durum dikkatimi çekmişti. Her namazını gözleri
yaşlı olarak bitiriyordu. Bir gün Muhammed sordu:
- İçki
nedir, İçkiye dinimiz nasıl bakar?
- Rabbimiz içkiyi kesin olarak yasaklamıştır, içilmesi, yapılması,
taşınması, satılması yasaktır.
Kaldığmız
otele gelmiştik. Muhammed bir telefon edeceğini söyledi ve ona
memleketine telefon etme imkânı sağladık. Çin’deki kardeşini arıyordu.
Kardeşine aynen şöyle diyordu:
- İçki
fabrikamızı kapat, Allah’ımız öyle emretmiş. Bize bu emre uymak düşer.
Kardeşi bunu
yapamayacağını, birçok bağlantısının olduğunu, durup dururken
kapatırlarsa, yüz binlerce dolar zarar edeceklerini, hiç olmazsa
kendisine biraz zaman vermesini söyler. Fakat Muhammed kararlıdır:
-Allah
emretmiş, bize uymak düşer. Fabrikayı hemen kapat, ben gelince borçları
hallederim.
Mekke’deki
ziyaretimizi bitirdik ve Medine’ye gittik. Medine’de bir sabah namazı.
Efendimizin “Burası cennet bahçesidir” buyurduğu yerde sabah namazının
farzını kılıyoruz. Muhammed benim yanımda. Diğer Çinli kardeşlerimizle
aynı saftayız. Muhammed secdeye varıyor ancak bir daha kalkmıyor.
Biz namazı bitirdiğimiz halde o hâlâ secdede. Zannettim ki Muhammed
secdede kendinden geçti. Ancak uzun süre beklememize rağmen kalkmayınca
merak ettim. Seslendim. Cevap vermedi. Tekrar seslendim yine tepki yok.
Tedirgin oldum. Elimi uzattım, omzuna dokundum ve hafifçe çekeyim
dedim ki, sağ tarafının üzerine yuvarlanıverdi. Hemen ambulans
çağırdık, hastaneye götürdüler. Biz de arkasından gittik. Hastanedeki
ilk muayenede çoktan vefat ettiğini söylediler. Muhammed’i hastanenin
morguna kaldırdılar. Çinli kardeşlerimle birlikte hastanenin önünde ne
yapacağmızı bilemez bir hâlde üzüntü içinde bulunuyorduk. O sırada bir
araba ile makam mevki sahibi biri olduğu anlaşılan bir zat geldi.
Herkes onu hürmetle karşıladı, sonradan öğrendik ki bu zat Medine’nin
ileri gelen yöneticilerinden biri imiş. Hastane yetkililerine sordu:
- Bugün
burada ölen bir Çinli var mı?
- Evet,
dediler.
Biz de
meraklanıp,
-Biz O
Çinli’nin arkadaşıyız. Neden sordunuz?” diye sorunca şu
açıklamada bulundu:
-Dün gece
Efendimiz rüyamda bana göründü ve buyurdular ki,
‘Yarın burada
bir Çinli kardeşim vefat edecek, onun cenazesi ile ilgilenin’
Bir anda her
şey değişti. Muhammed’i morgdan aldılar, bir devlet yetkilisi
defnedilir gibi defnedildi.”
Kaynak:
Kulis Ankara, Milli Gazete, 28.08.2005