Ya benim için
Allahü teâlâya duâ
et
Bâyez'id-i Bistâmî hazretleri... Küçük
yaşta iken annesi, kendisini
mektebe gönderdi. Bâyezîd hazretleri, büyük bir dikkatle derse devâm
ediyordu. Bir gün Kur'ân-ı kerîm okumak için gittiği mektepte, okuduğu
bir âyet-i kerîmenin (Lokman sûresi: 14) tesiri ile erkenden eve döndü.
Annesi merak edip niçin erken döndüğünü suâl edince, şöyle cevap verdi:
"Bir ayet-i kerîme gördüm. Allahü teâlâ o âyet-i kerîmede kendisine ve
sana hizmet ve itâat etmemi emrediyor. Ya benim için Allahü teâlâya duâ
et, sana hizmet ve itâat etmem kolay olsun, veyahut da beni serbest
bırak, hep Allahü teâlâya ibâdet ile meşgûl olayım." dedi.
Annesi;
"Seni Allahü teâlâya emânet ettim. Kendini O'na ver." dedi. Bundan
sonra Bâyezîd, kendini Allahü teâlâya verdi, emirlerinin hiç birisini
yapmakta gevşeklik göstermedi; ama annesinin hizmetini de ihmâl etmedi.
Annesinin küçük bir arzusunu, büyük bir emir kabûl edip, her durumda
yerine getirmeye çalışırdı. Çünkü Allahü teâlânın emri de böyle idi.
Elinde olmadan iki sefer annesinin arzusunu yerine getiremedi. Bu
husûsu büyük pişmanlık içinde şöyle anlatır:
"Hayâtımda yalnız iki defâ
annemin arzusunu yerine getiremedim. Her defâsında mutlaka bana zararı
dokundu. Birincide düştüm burnum ezildi. İkincisinde ayağım kaydı
düştüm, omuzumdaki su testisi kırıldı.
Soğuk
ve dondurucu bir kış gecesi idi.
Annesi yattığı yerden oğluna seslenip su istedi. Bâyezîd-i Bistâmî
hemen fırlayıp su testisini almaya gitti. Fakat testide su kalmamış
olduğundan çeşmeye gidip, testiyi doldurdu. Buzlarla kaplı testi ile
annesinin başına geldiğinde, annesinin tekrar dalmış olduğunu gördü.
Uyandırmaya kıyamadı. O halde bekledi. Nihâyet annesi uyandı ve
"Su,
su!" diye mırıldandı.
Bâyezîd elinde testi bekliyordu. Şiddetli soğuk
tesiri ile eli donmuş, parmakları testiye yapışmış idi. Bu hâli gören
annesi;
"Yavrum, testiyi niçin yere koymuyorsun da elinde
bekletiyorsun?" dedi.
Bâyezîd-i Bistâmî;
"Anneciğim uyandığınız zaman,
suyu hemen verebilmek için testi elimde bekliyorum." dedi.
Bunun
üzerine annesi;
"Yâ Rabbî! Ben oğlumdan râzıyım. Sen de râzı ol!" diye
cân u gönülden duâ etti. Belki de annesinin bu duâsı sebebiyle, Allahü
teâlâ ona evliyâlığın çok yüksek mertebelerine kavuşmayı ihsân etti.
Gençlik
yıllarında yaptığı bâzı
ibâdetlerden zevk alamıyordu. Bu durumu zaman zaman annesine anlatırdı
ve yetişmesinde, terbiye edilmesinde bir kusur bulunup bulunmadığını
sorardı ve;
"Anneciğim; beni emzirdiğin zaman, benim yüzümden haramdan
bir şey aldın mı? İçimde beni Rabbimden alıkoyan bir şey hissediyorum.
Fakat neden olduğunu bilmiyorum." derdi.
Annesi uzun bir müddet
düşündükten sonra;
"Evlâdım tek şey hatırlıyorum. Sen daha küçüktün.
Komşulara oturmaya gitmiştim. Kucağımda iken ağlamaya başladın. Bir
türlü susturamadım. Seni susturmak için ocağın üstünde pişmekte olan
tarhanaya komşudan izin almaksızın parmağımı batırıp ağzına koydum."
dedi. Bunun üzerine annesinden, o komşuya gidip helallik dilemesini
istedi. Annesi helallik diledikten sonra yaptığı ibâdetlerden zevk
almaya başladı.
Yabancı Adam
Çaresiz
kadın, su kırbasını omuzuna yüklemiş ve soluyarak gidiyordu.
Yabancı bir adam ona rastladı ve kırbayı kadından alarak, kendisi
yüklendi.
Kadının küçük çocukları gözlerini kapıya dikmiş, annelerini
beklemekteydiler.
Evin kapısı açılınca, masum çocuklar, yabancı bir adamın, annelerinin
yanında
eve geldiğini gördüler. O yabancı, annelerinin yerine su kırbasını
omuzuna
yüklenmişti. Yabancı adam, kırbayı yere bıraktı ve kadına sordu:
- Bizzat su çektiğine göre beyin yok galiba? Nasıl oldu kimsesiz
kaldın?
- Kocam askerdi. Hz Ali bin Ebi Talib (a.s) onu, sınırlardan birine
gönderdi ve orada şehit düştü. Şimdi birkaç çocuğumlayım.
Yabancı adam
bundan fazla konuşmadı. Başını yere indirdi ve:
- Allahaısmarladık' deyip gitti. Fakat o gün, bir an bile o kadın ve
çocuklarının düşüncesi aklından gitmedi. Gece rahatça uyuyamadı. Sabah
hemen bir file aldı; et, un ve hurmadan meydana gelen bir miktar er
zağı
fileye koydu ve doğruca dün gittiği eve gitti, kapıyı çaldı.
- Kimsin?
- Dün su kırbasını getiren, Allah'ın kuluyum. Şimdi çocuklarına
bir miktar yiyecek getirdim.
- Allah senden razı olsun. Allah, bizimle Ali İbn-i Ebi Talib arasında
geçeni yargılasın.
Kadın kapıyı açtı açıldı ve yabancı adam, eve girdi. Sonra:
- Canım yardım etmek istiyor, izin verirsen hamur yapmayı, ekmek
pişirmeyi, çocuklara bakmayı üzerime alayım' dedi.
- Çok güzel, fakat daha iyi hamur yoğurup, ekmek pişirebilirim.
Ben ekmek pişirinceye kadar, sen de çocuklara bak.
Kadın hamur
yapmak için gitti. Yabancı adam, hemen getirdiği bir parça
eti kızarttı ve hurmayla beraber eliyle çocuklara yedirdi. Her birinin
ağzına lokmayı koyarken
- Evladım, işinde kusur etmişse eğer, Ali İbn-i Ebi Talib'i helal
ediniz'
diyordu.
Hamur hazırlandı. Kadın,
- Ey Allah'ın kulu, hemen ateş yak' diye seslendi. Yabancı adam gitti,
ateş yaktı ve yüzünü alevlerin yükselen ateşin şulelerine yaklaştırdı.
Kendi kendine:
- Ateşin sıcaklığını bir tad. Yetimlerin ve dulların işinde, kusur
eden kimsenin, cezası budur, işte' dedi.
O anda, komşulardan bir kadın, eve girdi ve yabancı adamı tanıdı. Ev
sahibe si kadına:
- Vay!; sana yardım eden bu adamı tanımadın mı? Bu, Emirülmüminin Ali
İbn-i Ebi Talib'tir' dedi.
Zavallı kadın yaklaştı ve:
- Binlerce eyvahlar olsun bana, sizden özür dilerim' dedi.
- Hayır, ben senden özür dilerim. Çünkü senin işinde, kusur etmişim.
Bihar ul-Envar