|
Yediğin
giydiğin haram olunca
Bir gün Yahyâ Efendi hazretleri Sahn-ı
semân Medresesine gitmek için yola çıkmıştı. Yolda atının yularını bir
papaz tuttu ve;
-Ey âlim zât! Ey Yahyâ Efendi! Size bir suâlim var. Bu müşkül işi bana
îzâh edin. Soracağım şeyin cevâbı acabâ dîninizde var mıdır? Her sene
yeni defter tutulmayıp, gidiyor. Ölen kalan kim bilinmeden ölmüş bir
gayr-i müslimden devletçe haraç isteniyor? Bu nasıl iştir. Bu şekilde
hareket dîninizde var mıdır? dedi.
Yahyâ Efendi bunları duyunca;
-Hayır. Dînimizde ölmüş bir gayr-i müslim vatandaştan haraç alınmaz.
Sonra çok fakir kazandığıyla güç geçinen kimseden ve çok yaşlı
olanlardan da haraç alınmaz. Bunlar affolunmuşlardır. Sultânımız ona
muhtaç değildir, dedi.
O zaman papaz;
-Efendi şunu iyi bil ki, bizden ölen kimsenin bile haracını isteyip,
her yıl alırlar. Bunu ben size soruyorum. İslâm dîni bunun alınmasını
istiyor mu? Ne olur bunu Sultan Süleymân Hana arzedin, haber verin,
sorun? dedi.
Bunları işiten Yahyâ Efendi celâllendi ve din gayreti ile medreseye
vardı. Ders yapma dan önce hemen kalem kâğıt istedi ve Sultan Süleymân
Hana hitâben;
“Ey cihân sultanı Süleymân Han! Şimdi sana saltanat haram oldu. Zulmün
ölen kişilere kadar uzandı demek. Halbuki böyle bir zulmü senin ecdâdın
yapmamıştı. Bu mudur din gayreti? Bak, müminleri bir kâfir ilzâm
ediyor, susturuyor, çâresiz bırakıyor.” diye yazdı.
Sonra da sevdiği birine bu mektu bu verip Sultana gönderdi. Mektup,
Kânûnî’nin eline ulaştığında, Kânûnî ona nazar edip okudu. Rengi
değişip, kalbini bir üzüntü kapladı. Tahtından indi ve bir adamını
Yahyâ Efendiye göndererek geleceğini bildirdi. Çok geçmeden saltanat
kayığına binip Yahyâ Efendinin dergâhına vardı. Hürmetle selâm verip
yaklaştı ve;
- Ağabey! Bu mektup da nedir? Bunu bize siz mi gönderdiniz? Ey güzel
haslet sâhibi! Nedir suçumuz? Bize bunu beyân edip açıklayınız? Biz de
işin hakîkatını bilelim. Saltanat bana neden haram oldu? Kime
zulmeyledim? diye sordu.
O zaman Yahyâ Efendi hazretleri ona;
-Pâdişâhım! Bu ne iştir. Defterleri her sene niçin yenilemezsiniz?
Ölmüş olan gayr-i müslimlerden memurlarınız haraç toplarlar. Böyle ele
geçen mal sana hiç helal olur mu? Bu senden beklenmez. Yediğin,
giydiğin haram olunca, elbetteki saltanat da sana haram olmuş demektir,
dedi.
Hayretler içinde kalan Kânûnî;
-Hâlimi Allahü teâlâ biliyor ki, bu söyledikleriniz den zerrece haberim
yoktur, dedi.
Yahyâ Efendi de;
-O halde bu gaflet nedir? Yarın Allahü teâlânın huzûrunda buna
vereceğin cevap ne olur. Memurların gayr-i müslim malı alırlar. Bu
kâfir hakkı, kul hakkı olur. Ergeç Allahü teâlânın huzûruna çıkacaksın.
Yakanı kâfirin eline vereceksin. Netîcede korkarım Cehennem ateşine
atılırsın. Cihân pâdişâhının kâfirle birlikte gelmesi lâyık mıdır? Bu
mudur din gayreti, bu mudur îmân gayreti? Kullara zarar verene, inletip
ağlatana Allahü teâlânın rızâsı yoktur. Sana yolların en hayırlısı
gösterilmişken, buna Resûlullah efendimiz hiç rızâ gösterir mi?
Yaptığın işler yanlıştır. Niçin adâletle işlerini görmezsin? Dîninin
bildirdiği yola gitmezsin? Şunu iyi bil ki, ey cihân pâdişâhı! Şöhret
zînetinin hepsi burada bu dünyâda kalır. Bu apaçık bir iştir. Eğer
adâletle bir iş yaptıysan, sana kalacak odur, buyurdu.
Kânûnî Sultan Süleymân Han bu sözleri işitince ağladı ve vezîrine
emredip;
-Her sene evleri teker teker sayın. Gayr-i müslimlerden ölen kalanları
yazın. Haraç hesâbını iyi tutun. Hazîneye haram para getirmeyin. Şunu
iyi bilin ki, buna kesinlikle rızâm yoktur, diye ferman etti.
Sonra da Yahyâ Efendi hazretlerine dönüp;
-Sen bizim doğru yolu gösteren
rehberimizsin. Gaflet uykusundan bizi uyandırdın. Bu sebeple Allahü
teâlâ senden râzı olsun. Suç bizdeymiş, dedi.
Yahyâ Efendi de ona;
-Ey cihân pâdişâhı! Tövbe edin ki, Allahü teâlâ affetsin. Bir daha
gaflette kalıp zulüm etmeyiniz. Doğru yolu bırakıp eğri yola
gitmeyiniz, buyurdu.
Kânûnî ona;
-Ağabey! Şimdi artık bizim tahta geçmemize izin var mıdır? diye sordu.
O zaman Yahyâ Efendi, Kânûnî’nin elinden tutup;
- Evet şimdi çıkabilirsin, buyurdu.
|
|