Zenginin
biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş. "Öldüğüm
geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin
yarısını
ona bağışlıyorum" diye vasiyet etmiş. Öldüğünde "Kim birlikte kabre
girip
sabahlamak ister?" diye araştırmışlar. Kimse çıkmamış. Nihayet bir
hamal,
-Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum." diye düşünerek kabul etmiş. Vefat
eden
zengin ile birlikte
defnetmişler. Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü,
bir
canlı var. "Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan
başlayalım"
demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar. Kaynak: Mehmet Akar, Mesel Denizi, Nil Yayınları, İstanbul 2001, s. 156 |
|
Yahya Efendi
Dergahını yaptırdığı zaman o civarda Ortaköy Rumlarından başka kimseler
yoktu. Bir gün bir Rum Çoban, davar güderken koyunlarından iki tanesi
dergâhın bahçesine girmiş. Koyunlarını çıkarmak maksadıyla dergahın
bahçesine giren çoban, bir dervişin:
- Ne arıyordun? sorusuyla irkilerek:
-Koyunlarımı arıyordum, demiş.
Çobanı gören Yahya Efendi, Rum Çobanı dergaha içeri aldırmış, o na:
-Gel bakalım gel... Koyunlarını mı istersin, kendini mi? Yoksa ikisini
birden mi, ne dersin? diyerek, çobanı rahat bir yere oturtarak:
-Yağ, bal ve ekmek getirin demesiyle, hemen anında sofra kuyrulmuş,
isteneler gelmiş, sofra kurulunca Yahya Efendi, Rum Çobana:
-Hayde bakalım, bismillâh buyur, işte sana tereyağı, mumlu bal ve taze
nan, ister ise yağa ban, ister isen bala ban, demiş.
Bu tatlı ortamdan sonra, çoban koyunlarına değil de kendine talib
olmuş, o gün, orada, o vesileyle Müslüman olduğu için adı Balaban kalmış.